yasin pekeroğlu

Yasin PEKEROĞLU | Danışman & Eğitmen & Yazar

 

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ UYGULAMALARINDA YENİ DÖNEM

 

İş sağlığı ve güvenliği, işin yapılması sırasında çeşitli nedenlerden kaynaklanan sağlığa ve güvenliğe zarar verebilecek koşullardan korunmak amacı ile yapılan sistemli ve bilimsel çalışmalardır. Tanımı itibariyle insan hayatının kutsallığına dayanan ve telafisi çoğu zaman mümkün olmayacak kadar önemli bir konudur.

Çalışma hayatı; istihdamdan, çalışma şartlarına; sosyal güvenlikten, mesleki eğitime; iş sağlığı ve güvenliğinden, yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın haklarının korunmasına kadar çok geniş bir alanı ve toplumun büyük bir kesimini kapsamaktadır. İş sağlığı ve güvenliği konusu ise sadece işyeri ve çalışan düzeyinde değil toplumun genelini doğrudan ilgilendiren aynı zamanda ulusal ve uluslararası düzeyde ele alınması gereken bir önceliktir.

Nitekim Anayasanın 49 uncu maddesinde "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemek üzere gerekli tedbirleri alır. Devlet, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirleri alır." hükmü, yine Anayasanın 56 ncı maddesinde de "Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlar; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirir." hükmü bulunmaktadır. Anayasamızda bu maddelerin yer alması çalışma hayatına atılan insanımızın sağlığı ve güvenliğine verilen değeri göstermektedir.

30 Haziran 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Türk endüstri ilişkilerinin tarafları yanı sıra kamu kurum ve kuruluşlarına da bir takım yükümlülükler ve görevler getirmiştir.

Ancak ülkemiz açısından konu kesinlikle yeni bir konu değildir. Şöyle ki, işçiyi koruma amacı güden ilk düzenleme Ereğli ve Zonguldak Kömür Havzası işçilerine yönelik hazırlanmış olan 1865 yılındaki Dilaverpaşa Nizamnamesidir. Yine 1869 yılında Maadin Nizamnamesi ile iş güvenliği kapsamında açık hükümler getirilmiştir. Nihayet Cumhuriyet döneminde 114 sayılı Kömür Tozları Kanunu, 151 sayılı Ereğli Havzai Fahmiye Kanunu, 1930 yılında kabul edilen ve halen yürürlükte olan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu sonrasında takip eden ve 1936 yılında ilk iş kanunumuz yürürlüğe girmiştir. Daha sonra zaman içinde gerek ulusal gerekse taraf olduğumuz uluslararası birçok düzenlemeler doğrultusunda gerekli yasal düzenlemeler sürekli yapılmıştır.

2003 yılından beri yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanununda yer alan hükümler (beşinci bölümü) sayesinde özel sektöre yönelik iş sağlığı ve güvenliği hükümleri uygulana gelmiştir.

Mevcut 4857 sayılı İş Kanununun kapsamı, işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerle sınırlı kalmıştır. Bu nedenle ülkemizdeki çalışanların bir kısmı İş Kanunu kapsamı dışında kalmakta ve dolayısıyla da iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuatın kapsamına girmemektedir. Çalışanların bir kısmının iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hizmetlerden yararlanamaması ise ikili bir yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Dolayısıyla çalışma hayatını yakından etkileyen ekonomik, sosyal ve siyasal koşullar, Türkiye Cumhuriyetinin iş hukuku alanındaki seksen yıllık birikimi, uygulamada karşılaşılan sorunlar, koruyucu ve önleyici hizmetlerden bütün çalışanların yararlanmasını sağlamak, uygulamaların kalite yönetim sistemi benzeri sürekli iyileştirme felsefesinin yerleştirilmesi ve Avrupa Birliği ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) normlarına uyum sağlama zorunluluğundan dolayı, mevcut İş Kanunundan bağımsız çalışanların tümünü kapsayan, önleyici ve koruyucu tedbirleri içeren ve gelişmiş ülke örneklerindeki mevzuat metinleriyle uyumlu düzenlemelerin hayata geçirilmesi ihtiyacını doğurmuştur.

Öyle ki, 6331 sayılı İSG Kanununun hazırlanmasında Avrupa Birliği müktesebatına uyum amacıyla 89/39/EEC sayılı AB Yönergesi esas alınmıştır.

Kuşkusuz ülkemizin en büyük sorunlarından biri uzun yıllardır bir türlü önlenemeyen iş kazalarıdır. Gerçekten istatistiki verilere bakıldığında iş kazalarının ürkütücü boyutlarda olduğu görülmektedir. Kanunun genel gerekçesinde de bu durum açıkça belirtilmiştir.

Yıllardır uluslararası ve ulusal düzeyde yürütülen çalışmalara rağmen, iş sağlığı ve güvenliği konusunda ne yazık ki istenen düzeye gelinememiş olup istatistikler de bu durumu doğrulamaktadır. Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği alanında Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 2010 yılı verilerine göre; günde yaklaşık 176 iş kazası olmakta, iş kazası sonucu 3 işçi hayatını kaybetmekte ve 5 kişi iş göremez hale gelmektedir. Bu rakamların yanı sıra SGK istatistiklerine yansımayan, kapsam ve kayıt dışı iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu kayıplar da ayrıca dikkate alındığında konu oldukça önemlidir.

Önemle üzerinde durulması gereken diğer bir konuda KOBİ'lerdir. Türkiye'deki işyerlerinin %99.7'si 1-249 kişi istihdam eden KOBİ'lerden oluşmakta olup, çalışanların %83.8'i bu işyerlerinde istihdam edilmektedir. İş kazalarının ise %83'ü KOBİ'lerde meydana gelmektedir. Diğer yandan iş kazaları ve meslek hastalıklarının ekonomik kayıpları da dikkate alınmalıdır.

ILO verilerine göre gelişmekte olan ülkelerin iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu meydana gelen ekonomik kayıplarının gayrı safi yurtiçi hasıla GSYİH)'larının yaklaşık %4'ü kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bu tahminden yola çıkılarak, ülkemizde TÜİK'den alınan 2010 yılı cari fiyatlarla GSYİH rakamlarına göre iş kazası ve meslek hastalıklarının toplam maliyeti yılda yaklaşık 44 milyar TL olarak tahmin edilmektedir. Her ne kadar maddi kayıplar telafi edilebilse de iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu ailelerin elem ve ızdırabı gibi manevi kayıpların telafisi mümkün bulunmamaktadır. Dolayısı ile iş kazası ve meslek hastalığı kaynaklı maddi ve manevi kayıplar ülke ekonomisi açısından önemli boyutlara ulaşmaktadır.

6331 sayılı Kanun öncelikle kapsamına aldığı kişiler bakımından konuyu sadece "işçi" olarak değil, "çalışan" sorunu olarak görmüştür. Bunun sonucunda; şimdiye kadar sadece 4857 sayılı Kanunun kapsamındakiler ile sınırlı bir şekilde düzenlenen iş sağlığı ve güvenliği, tüm iş kanunları kapsamındakiler için ve ayrıca kamu idarelerini de kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Kanunun kapsamı; kamu ve özel sektöre ait bütün işlere ve işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine, çırak ve stajyerler de dâhil olmak üzere tüm çalışanlara, faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla artık kamu kurumları, Borçlar Kanunu, Basın İş Kanunu ve Deniz İş Kanunu kapsamındaki herkes İSG Kanunu kapsamına girmiştir.

6331 sayılı Kanun 4. maddesi genel olarak işverenin yükümlülüklerini düzenlemektedir. Buna göre işveren; "mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, (ÖNLEM ALMA) organizasyonun yapılması, (ORGANİZASYON OLUŞTURMA) gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, (ARAÇ-GEREÇ SAĞLAMA) sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve (GELİŞMELERİ TAKİP ETME) mevcut durumun iyileştirilmesi için (İYİLEŞTİRME) çalışmalar yapmak zorundadır. İşveren bunun dışında, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izlemek, denetlemek ve uygunsuzlukları gidermek zorundadır." (DENETLEME) İşveren bu yükümlülüklerinin dışında işyerinde RİSK DEĞERLENDİRMESİ yapmak ya da yaptırmak zorundadır.

Kanuna göre, işveren; mesleki risklerin önlenmesi ve bu risklerden korunulmasına yönelik çalışmaları da kapsayacak iş sağlığı ve güvenliği hizmetini sunmak için çalışanları arasından iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve diğer sağlık personeli görevlendirmek zorundadır.

İşveren, çalışanları arasında belirlenen niteliklere sahip personel bulunmaması hâlinde, bu hizmetin tamamını veya bir kısmını ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden (OSGB'lerden) hizmet alarak da yerine getirebilir. Hatta belirlenen niteliklere ve gerekli belgeye sahip olması hâlinde, işyeri tehlike sınıfı ve çalışan sayısı dikkate alınarak, bu hizmetin yerine getirilmesini işverenin kendisinin üstlenmesi de mümkündür. Dolayısıyla Kanunun uygulamaya girmesiyle; artık yapılan iş/faaliyet kolu ne olursa olsun tüm işyerlerinde iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi çalıştırma yükümlülüğü söz konusu olacaktır.

İSG Kanununun ilgili yükümlülüklere uyulmaması halinde işverenlere idari para cezaları ve işyerinde işin durdurulmasına kadar ağır yaptırımlar uygulanması söz konusu olmaktadır.

Bu kapsamda yasa gereği uygulanacak idari para cezalarından bazıları aşağıdaki gibidir;
" İş güvenliği uzmanının çalıştırılmaması 5.000 TL
" İşyeri hekiminin çalıştırılmaması 5.000 TL
" Risk değerlendirmesi yapılmaması veya yaptırılmaması 3.000 TL
" Acil durum planlarının hazırlanmaması 1.000 TL
" Çalışanlara eğitim verilmemesi 1.000 TL
" İş kazası ve meslek hastalıklarının SGK'ya bildirilmemesi 2.000 TL
" İSG Kurulu oluşturulmaması 2.000 TL

Kanun hükümlerinin yürürlüğe girme süreleri ise şu şekildedir;
" 50'den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 30.06.2014 tarihinden itibaren,
" 50'den az çalışanı olan ve tehlikeli veya çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 30.06.2013 tarihinden itibaren,
" 50'den çok çalışanı olan işyerlerinde ise 30.12.2012 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır.

Yasada yer alan önemli başlıklardan bir diğeri de iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için işverenin üstleneceği giderlerin; 10 kişiden az çalışanı bulunan, "Tehlikeli" ve "Çok Tehlikeli" sınıfta yer alan işyerleri için SGK tarafından (destek olunacak kısım ve desteğin ödenme şeklinin daha sonra tespit edileceği belirtilerek) finanse edileceği Kanunda öngörülmüş, ayrıca "Az Tehlikeli" sınıfta yer alan ve yine 10 kişiden az çalışanı bulunan işyerleri için de Bakanlar Kurulu kararıyla destek sağlanabileceğine yer verilmiştir.

Sonuç olarak, İSG Kanunu ülkemiz açısından oldukça önemlidir. Bu yönüyle iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının işyerlerindeki temel takipçileri olan iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi sayılarının giderek artması, uygulama alanı açısından zaman içinde ihtiyacı karşılayacak seviyelere ulaşması temenni edilmektedir. Toplumsal beklentimiz ise her yıl artan iş kazası ve meslek hastalıklarının oranının azalmasıdır.

Bu makale, Kocaeli Panorama Dergisinin Temmuz 2013 sayısında yayınlanmıştır.

Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.