Yasin PEKEROĞLU | Danışman & Eğitmen & Yazar
Biz ve çevremiz
Çevreyi tüm canlıların ortak ilişkilerle tam bir etkileşim içinde çok yönlü bir ortam olarak tanımlamak gerekir. Sağlıklı bir yaşamın idamesi ancak sağlıklı bir çevreyle olur. Özünde çevremizin bozulması yanı sıra artan çevre sorunlarının genel sebebi şüphesiz insan odaklıdır. Dolayısıyla insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan çevre kirliliği hem insan yaşamını, hem de doğal yaşamı olumsuz etkilemektedir.
18. yüzyılın sonunda başlayan sanayi devrimi, insanoğlunun doğayla olan ilişkilerinde oldukça köklü değişimleri de beraberinde getirmiştir. Öyle ki sanayideki verimlilik göstergeleri çevreyle zıt olarak gelişmiştir. Beraberinde sanayi yoğun alanlarda artan göç dalgaları ve kentleşmenin sonucu olarak çevre kirliliği tartışılır ve de hayıflanır bir duruma dönüşmüştür. 20. yüzyıla gelindiğinde artık küresel ölçekte bir sorun olmuş ve bugün bile ekolojik krizlerin baş aktörü olmuştur. 2007 yılında Dünya tarihinde ilk kez kentlerde yaşayan nüfus kırsal alanlarda yaşayan nüfusu geçmiştir.
Dünyanın ekosistemin dengesi son 100-150 yıl içinde bozulmaya ve tahrip olmaya başlamıştır. Son 50 yıl içinde gerçekleşen bozulmanın ise geçmiş yıllarla kıyaslandığında çok hızlı olduğu bilim insanları tarafından dile getirilmektedir. Dünyada var olan birçok canlı türlerinin; flora ve faunanın (bitki ve hayvan türlerinin) yok olmaya başlaması, küresel iklim değişikliği ile birlikte, buzulların erimesi, yaşam döngüsünün bozulması üzerinde durulması gereken bir noktaya gelmiştir.
Çevreyi gözetme yaklaşımları yönetsel anlamda ilk kez BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunun 1987 yılında yayınladığı "Ortak Geleceğimiz" raporunda "Sürdürülebilir Kalkınma" kavramıyla ifade edilmiştir. Çünkü ekoloji ve ekonominin bir arada olması ve aralarındaki eşgüdümü gelecek nesillerin de istifadesine sunabilmek için bugünden karşılamakla mümkün olduğuna vurgu yapılmıştır.
Daha sonra gündem oluşturmaya devam eden küresel çözüm arayışlarından; 1972 Birleşmiş Milletler 'Çevre ve İnsan Konferansı', 1992 'Çevre ve Kalkınma Konferansı'na ve 2002 yılında Güney Afrika'da Birleşmiş Milletler 'Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı' çevre sorunlarının artması ve tüm yaşamı etkileyebilecek nitelikte olmasının ortak hareket ve politikalarla önlenebileceğinin önemi ile tüm katmanlarda değerlendirilmesinin önünü açmıştır. Ancak alınan kararlar ve yaptırımlar çevre sorunlarının hızını kesmeye yetmemiştir.
Dünya için belki de en önemli yansımalardan biri de ekilebilir toprakların azalması bilinçsiz ve aşırı üretim gibi her türlü doğal kaynak tüketiminin artmasıdır. Böylece artan nüfus baskısı sonucu tarıma elverişli olmayan toprakların kullanılması da, daha fazla alanı çoraklaştırıp verimsizleştirmektedir. Yapılan tahminlere göre 2050 yılında ekilebilir toprakların yaklaşık % 20-30 oranında azalacağı belirtilmektedir. Yanı sıra iklim değişikleri Dünya'daki tüm ekosistemleri etkilemekte kuraklık, sel, fırtına gibi aşırı hava olayları; Türkiye dahil olmak üzere bir çok ülkeyi ciddi şekilde tahrip etmektedir. Bazı rakamlar sayesinde ülkemiz açısından durumu değerlendirmek mümkündür.
Resmi verilere göre 1920'li yıllarda nüfusun % 24'ü şehirlerde yaşarken günümüzde nüfusun %77'si şehirlerde yaşamaktadır. Böylece kentsel nüfus artışı beraberinde sektörler arasındaki dağılımı değiştirmiştir. Türkiye'de tarımdaki istihdam düşmüş, sanayi ve en çok da hizmetler sektörünün payı artmıştır.
TÜİK 2010 yılı anket sonuçlarına göre kişi başı günlük ortalama belediye atık miktarı, yaz mevsimi için 1.15 kg, kış mevsimi için, 1.10 kg, yıllık ortalama ise 1.14 kg olarak hesaplanmıştır. Rakamlar incelendiğinde geri kazanım ve bertaraf faaliyetlerinin ve maliyetlerinin nüfusa oranla artış göstereceği düşünülmektedir.
Türkiye'de 1990 yılı su tüketimi incelendiğinde, sulama sektöründe 22 milyar m³, içme suyu sektöründe 5,1 milyar m3, sanayi sektöründe ise 3,4 milyar m³ olmak üzere toplam 30,5 milyar m³ tatlı su tüketilmiştir. 2011 yılındaki tüketim miktarının, aynı sektörler için sırasıyla 32 milyar m³, 7 milyar m3 ve 5 milyar m³ olmak üzere toplam 44 milyar m³ olduğu görülmektedir. 2012 verileri değişmeyerek hemen hemen aynı kalmıştır. Nüfus artışı, çarpık kentleşme ve sanayileşme eğilimleri dikkate alındığında; 2030 yılında 112 milyar m³ su tüketimine ulaşılacağı; bu rakamın %64'ünün sulama, %16'sının içme kullanma, %20'sinin ise sanayi sektörü tarafından kullanılacağı tahmin edilmektedir.
Yine TÜİK'in 2012 yılı geçici verilerine göre toplam tarım alanı yaklaşık olarak 38.412.000 ha'dır (buna %11 ve daha az kapalılıktaki orman alanları da dahil edilmiştir). Toplam tarım alanının %53,6'sını ekilen alanlar, %8,4'ünü sürekli ürün altındaki alanlar (çok yıllık meyvelikler), %38,1'ini daimi çayır ve mera alanları oluşturmaktadır. Türkiye'de nüfusun artması, buna karşılık toplam tarım alanları miktarının azalması sonucu kişi başına düşen tarım alanı miktarı azalmıştır. 1990- 2012 döneminde, Türkiye nüfusunda yaklaşık %33,9 artış olmuş, aynı dönem içerisinde kişi başına düşen ekilebilir tarım alanlarındaki daralma %32,9 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye'nin toplam kıyı uzunluğu 8.483 km'dir ve bunun 1.133 km'lik bölümü (%13) koruma altındadır. Deniz koruma alanlarının oranı ise % 6,57'dir. Türkiye'nin toplam orman alanı, 2012 yılı itibariyle 21.700.000 ha' dır. Bu orman alan miktarı ülke genel alan toplamının %27,6'sı kadardır.
2013 yılı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının istatistik bültenine göre, Türkiye genelinde tehlikeli atık beyanında bulunan kamu ve özel kuruluşa ait 32.801 tesisin tehlikeli atık miktarı toplamı 1.373.384 ton olarak belirlenmiştir. Verilerin tasnifinde ülkemizin en çok atık bertarafı sağlayan ve aynı zamanda atık üreten üç ili sırasıyla; Kocaeli 421.202 ton, İzmir 201.051 ton, İstanbul 115.435 ton olup en az atık bildirimi/üreticisi olan il ise 22 ton ile Tunceli'dir.
Kamu sektörünün toplam çevresel harcamaları ise 2010 yılında 9,86 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Kamu sektörü için çevresel harcamalar toplamının GSYH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) içindeki payı, 2009 yılında % 1,02 iken, 2010 yılında % 0, 89'a düşmüştür.
Ülkemizde çevresel politikalara, ekonomik ve sosyal politikalar kadar önem verilmesi gerekmektedir. Son 30 yılda önemli çevre politikaları geliştirilmiş, kirlilikle etkin mücadele edilmiş, yasal düzenlemeler ile de takip ve koordinasyonu sağlanmıştır. Bunun yanı sıra halkın çevresel konulardaki bakış açısı ve anlayışı da devamlı olarak gelişmiştir. Kızılderili bir atasözü çevreye önemi şöyle vurgulamaktadır. "Biz bu dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan emanet aldık." Sonuç olarak, hiç değilse çevremizin yaşayan kısmının korunması dileğiyle 5 Haziran Dünya Çevre haftamız kutlu olsun.”
Bu makale, (Sence Dergisi, Eylül 2015, Sayı:9 sayfa:60-61, Türk Büro-Sen Yayınları) yayımlanmıştır.”